19 Temmuz 2010 Pazartesi

İsyan, Özgürlük ve Umudun Doğuşu

1900'lü yılların başı.

Pırıl pırıl bir sahil, ormanlık alanlar, geniş araziler, tertemiz bir hava, Suadiye, Caddebostan, Kalamış gibi incilerle süslenmiş İstanbul'un gerdanında, ışığıyla her yeri aydınlatan bir fener ve bu fenerin işaretinin topladığı insanların spor aşkının alevlendiği yıllar. 

Moda'da yaşayan La Fontaine, Giraud, Whittall, Charnaud, Pears ve Armitage ailelerinin "Kadıköy Football Association" kulübünü kurup, müslüman gençleri kıskançlıktan çatlatmaları 1897 yılına tekabül etmekteydi. Müslüman gençlerin ilk kulübü kurmayı elin ingilizlerine bırakmalarının sebebi ise ingilizlerin futbolun sözde mucidleri olmalarından değil, kendilerinin herhangi bir dernek veya kulüp kurmalarının yasak olmasıydı.

En sonunda, bu duruma dayanamayan babayiğit gençlerden, deniz öğrencisi Fuat Hüsnü Kayacan, eski hariciyecilerden Reşat Danyal ve Mehmet Ali "Black Stocking FC" kulübünü 1899 yılında kurdular. İngilizce isim alarak hükümeti kandırmayı denemiş olsalar da, ilk maçlarında güvenlik güçleri tarafından hastaneye kadar kovalandılar.

Tarihe damga vuranlar, zorluklar karşısında kararlılıkla fikirlerini sonuna kadar savunanlar olduğundan mütevellit, bu yazıyı yazmama sebep olan, ve milyonlarca kişiyi peşinden sürükleyen büyük bir kulübün temellerini atan bu gençler de asla vazgeçmediler.

Bu ısrarları, 1902 yılında "Kadıköy Futbol Kulübü"'nü kurmalarıyla sürdü. Aynı şekilde ısrarlı olan hükümetin bu kulübü de kapatması şaşırtıcı değildi. 

Yılmadılar, devam ettiler. İnandıkları yoldan dönmediler ve sonunda 1907 yılında "Fenerbahçe Futbol Kulübü"'nü kurdular.

Bu sarı-beyaz formalı gençlerin Papazın Çayırı'na inişiyle artık hiçbir şey aynı olmayacaktı.

Spor alanında bunlar yaşanırken, Osmanlı İmparatorluğunu çok acı günler beklemekteydi. 1920 yılının Mart ayında işgal kuvvetleri İstanbul'u işgal etti. Türk milleti, Mustafa Kemali'ne kavuşmak için bir süre daha beklemek zorunda olduğundan, bu dönemde halkın moralini yüksek tutmak ve işgalci kuvvetlere karşı oluşan nefreti uygun bir biçimde kanalize edebilme görevi işte bu sarı-beyaz formalı gençlerin omuzlarına yüklendi.

İşgal kuvvetlerinin takımlarıyla yapılan maçlarda Fenerbahçe'nin kazandığı başarılar, Fenerbahçe'nin kimliğini birden bire yerel bir takımdan ulusal bir fenomen haline dönüştürdü. Artık, cephedeki askerler Fenerbahçe'nin başarılarıyla seviniyor, taraftar sayısı gün geçtikçe artıyordu.

Fenerbahçe, futbolun sadece futbol olmadığını bir kez daha kanıtlıyordu.

Türkiye'de futbolun bu kadar önemli olmasının altında yatan gerçek sebep, bir milletin başkaldırışının sembolü olmasıdır. Kendisini siyasi ve askeri arenada yenenlerle hesaplaşabileceği tek yer olmasıdır. İşte bu genetik miras yüzünden, 1. tur elemelerinde bile herhangi bir Avrupa takımına gol attığımızda ağlamaklı olur, kendi takımımız olmasa bile bir Türk takımı başarı kazandığında tura çıkarız.

Fenerbahçe aşkı isyanla doğmuştur. Güçlü olduğunu zannedip ezene karşı bir başkaldırıdır. Bu aşk ile birlik olunmuş, bu aşk ile büyük olunmuştur.

Büyük olmak demek sadece kaç adet kupa kazandığın değildir. Temsil ettiğin değerlerin ne kadar önemli olduğu da büyüklüğü belirler.

Fenerbahçe bir aşktır, sevgidir, isyandır, mücadeledir, kurtuluştur, özgürlüktür. Bütün bunların ötesinde milyonlarca kişinin sevgisiyle büyüyen, insan olmaya dair bir inançtır.

Lefter'i, Ogün'ü, Can Bartu'su, Asker Mehmet'i, Rıdvan'ı, Oğuz'u, Aykut'u ve daha niceleri... Hepsi bu inançla yoğrulup Fenerbahçe'yi daha da yükarılara taşıdılar. Endüstriyel futbol zırvalarından bağımsız olarak hep bu sevgiyi ve inancı ön planda tuttular.

Maçları seyrederken milyonlarca kişi atak yaptık, orta kestik, gol attık, gol yedik. Üzüldük, sevindik. Fenerbahçe kazanınca tirübünde tanımadığımız adamlarla kucaklaştık. Hiçbir şekilde beraber olamayacak insanlar olarak tek vücut olduk.

Fenerbahçe'li olduk!

Doğduğun güne de, seni tanıdığım güne de binlerce şükürler olsun.

Doğum günün kutlu olsun Fenerbahçe...

SK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder