Yaradılış hakkında hangi teoriye inanırsanız inanın, insan beyninin ilkel bir bölümü olduğunu ve insanın, beyninin bu kısmıyla devamlı bir mücadele içinde olduğu konusunda hemfikirsinizdir.
Dünya üzerinde kendi doğası ile kavga halinde olan tek canlı insandır. Diğer canlıları incelediğimiz zaman, hepsinin doğada kendi rolü çerçevesinde ve içgüdüleriyle yaşadığını görebiliriz. Örneğin, bir etobur, doğduğundan itibaren etoburdur. Bunu sonradan öğrenmez. Örneğin; ortam koşulları ne olursa olsun şu anki düzende otlayan arslan yavruları görmeniz mümkün değildir.
Nasıl, uçamayan kuş, koşamayan çita yoksa, kendi doğasına aykırı hareket eden ve rolünün dışında bir hayat süren canlıyla da karşılaşamazsınız.
İnsan hariç.
Yapılan bilimsel araştırmalara göre, depresyonun en önemli sebeplerinden biri, insanın stres altında kendi doğasının gerektirdiği şekilde davranamamasıdır.
İnsan, evriminin ilk çağlarında, herhangi bir stres altındayken, ki bu stres o zamanlar için genel de ölüm korkusuydu, fiziksel tepkiler vererek hayatta kalmaya çalışıyordu.
Bu tepkilerin en başta geleni adrenalin salgılamasıdır.
Adrenalin salgısı sonucunda da; gözbebeklerinin büyümesi (daha iyi görüş için), kalbin daha hızlı atması (harekete geçmeye hazır vücuda daha fazla kan pompalanması için), tüylerin diken diken olması (tetikte olma duygusu) ve kasların normal bir duruma göre daha seri veya atik çalışması (kaçmak için) gibi etkiler görülür.
Anlaşılacağı üzere, stres altında verilen tepkiler vahşi ortamda hayatta kalabilmek için insan bedeninin geliştirdiği fiziksel savunma mekanizmalarıdır.
Günümüzde de stres altındayken vücudumuzun gösterdiği tepkiler aynıdır fakat, özellikle modern şehir hayatında yaşayan insanlar için stresin kaynağı fiziksel olmaktan ziyade zihinsel ve ruhsal olduğu için bu tip fiziksel etiklerin faydadan çok zararı dokunur.
Patronunuz veya müdürünüz size bağırıp çağırdığında eğer peşinden koşup, uçarak üzerine atlamayacaksanız, iyi bir görüşe veya kasların daha iyi çalışmasına ihtiyaç yoktur fakat, siz stres yüklendiğiniz için vücudunuz sanki bunları yapacakmışsınız gibi tepkiler verir.
Kısacası, stres sonucunda bir enerji birikimi olur ve sizde bunu dışarı atamadığınız için rahatsız olursunuz. Bu enerjiyi atamayan bünyede zamanla belirli rahatsızlar çıkması kaçınılmaz olur.
Japonya’da sırf bu yüzden, istediğiniz gibi etrafı kırıp dökebildiğiniz stres atma merkezleri kurulmuştur.
Modern yaşamın insana verdiği en büyük zarar, insanın kendi doğasına aykırı ortamlarda bulunmasına sebep olmasıdır. Günümüz dünyasında, insanın yaşam standartlarını koruması için para kazanması gereklidir. Para kazanmak için de büyük bir çoğunluğun belirli bir işte çalışması zorunludur.
Özelikle, kapitalizm etkisindeki ekonomik düzenin yayılmasından itibaren insanların büyük bir kısmı bu şekilde bir hayat yaşamaya başladı. 1950’deki 1$ ‘ın şuanda yaklaşık olarak 21$’a eşit olduğu göz önüne alındığında, buna bağlı olarak alım gücünün hızla düşmesi sonucu, sadece erkeğin çalışıp eve para getirdiği ataerkil düzenden, evdeki her bireyin çalışıp bütçeye katkı yaptığı çağımızın düzenine doğru hızlı bir geçiş yaptık. Bunun sonucu olarak da çalışan nüfus katlanarak artma eğilimi gösterdi. Avrupa Birliğinde 2009 yılı sonunda sadece çalışan kadınların toplam kadın nüfusuna oranı %63.9’du.
Çoğumuz kayıtlı veya kayıtdışı olarak çalışıyoruz ve yaradılışımızda olmayan pek çok davranışı sergilemek zorunda bırakılıyoruz. Bunun sonucunda da kaçınılmaz olarak birey ve buna bağlı olarak da toplum psikolojimiz hızla bozuluyor.
İnsan odaklı olmaktan ziyade, ürün-satış odaklı işyerlerinde çağdaş köle zihniyetinde patronların onlar için layık bulduğu ücretlerle çalışmak zorunda kalan milyonlarca insan, hayatını idame ettirmek için gün geçtikçe zorlaşan bir yaşam mücadelesi vermek zorunda kalıyor.
İnsanların yaratıcılıkları daha çocukken yapılan yönlendirmelerle öldürülüyor. Herkes doktor veya mühendis olmak zorundaymışçasına bir yarış içerisinde, çoktan seçmeli olup kendi sorularının doğrularını bile seçebilmekten aciz sınavlarla insanlara roller biçiliyor.
Bu rollere uyamayanlar da sistemin çarkları içerisinde parçalanıp gidiyor.
Mevcut sistem insanların kendi yeteneklerini keşfetmesine izin vermiyor. Sadece çalış, daha çok çalış mottosu insanlara aşılanarak, okul zamanında derslere, iş hayatında da yaratıcılıktan uzak, benmerkezci bireyler yerişmesine sebep oluyor.
Oracle şirketinin kurucusu olan Larry Ellison’un Yale universitesinde yaptığı tarihi bir konuşma var. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
İşte o konuşma:
"Yale Üniversitesi mezunları, daha önce böyle bir giriş görmediğiniz için özür dilerim ama benim için bir şey yapmanızı istiyorum. Lütfen, etrafınıza iyi bir bakın. Solunuzdaki sınıf arkadaşınıza bir bakın. Sonra sağınızdaki sınıf arkadaşınıza bir bakın.
Ve şimdi sunu aklınıza koyun:
Bundan beş yıl sonra, on yıl sonra, hatta otuz yıl sonra, solunuzdaki kişi hiçbir şeyi başaramamış olacak. Sağınızdaki kişi de aslında hiçbir şey başaramamış olacak.
Ve siz, ortadaki? Ne bekliyorsunuz?
Siz de başaramayacaksınız. Başaramayacaksınız.
Aslında bugün söyle bir etrafıma baktığımda parlak gelecek için yüzlerce umut ışığı göremiyorum. Yüzlerce değişik endüstride liderliği ele alacak kişiler de göremiyorum. Görebildiğim tek şey, geleceği başarısızlıktan başka bir şey olmayacak yüzlerce insan. O kadar.
Sinirlendiniz. Bu anlaşılabilir bir şey.
Ben, Lawrence -Larry- Ellison üniversite terk, kim oluyorum ve bu yetkiyi nerden alıyorum ki, ülkenin en prestijli yükseköğrenim kurumunun bu yılki mezunlarına böyle şeyler söyleyebiliyorum?
Bu yetkiyi nereden aldığımı söyleyeyim:
Çünkü ben, Lawrence -Larry- Ellison, üniversite terk ve dünyanın en zengin ikinci adamıyım. Siz değilsiniz.
Çünkü Bill Gates, o da üniversite terk ve dünyanın -şimdilik- en zengin adamı.
Siz değilsiniz.
Çünkü Paul Allan, o da üniversite terk ve dünyanın en zengin üçüncü adamı. Siz değilsiniz.
Başka örnekler de var. Mesela Michael Dell, o listede 9 numara ve yukarı doğru hızla tırmanıyor, o da üniversite terk. Ve siz o listede hala yoksunuz.
Himmm... Şimdi çok kızdınız. Bu da anlaşılabilir. O halde biraz da egolarınızı okşamama izin verin.
Pek çoğunuz burada dört ya da beş yıl eğitim gördünüz. Önünüzdeki yıllar için epey iyi bir eğitim aldınız, bilmeniz gereken pek çok şeyi öğrendiniz. İyi çalışma alışkanlıkları edindiniz. Burada size o önünüzdeki yıllar boyunca yardımcı olacak bir sürü insan tanıdınız, onlarla bağlantı kurdunuz. Ve hayat boyunca yanınızdan ayrılmayacak bir kelimeyle güçlü bir ilişkiniz oldu burada: Terapi.
Bunların hepsi güzel şeyler.
Ama gerçekte, o kurduğunuz arkadaşlık başlantılarına fena halde ihtiyacınız olacak. O çalışma alışkanlığına ve terapi ye de ihtiyaç duyacaksınız hayat boyu. İhtiyacınız olacak, çünkü üniversiteyi terk etmediniz. Dolayısıyla asla dünyanın en zengin insanlarının arasına katılamayacaksınız. Elbette, belki de listeye 10 ya da 11. sıradan, Microsoft yöneticisi Steve Ballmer gibi, girebilirsiniz. Ama herhalde onun kimin için çalıştığını söylememe gerek yok, değil mi? Sadece kayda geçsin diye söylüyorum, o da zaten master sınıfından terk. Biraz geç kalmış anlayacağınız.
Son olarak, herhalde bazılarınız ya da umarım bu konuşmadan sonra çoğunuz kendi kendinize soruyorsunuz:
"Yapabileceğim bir şey var mi? Bir umudum var mı?"
Maalesef hayır. Çok geç kaldınız. İçinize çok şey dolduruldu, siz onlara bakıp çok şey bildiğinizi sanıyorsunuz. Artık 19 yaşında değilsiniz.
Eveeet, şimdi gerçekten çok kızdınız. Bu anlaşılabilir bir şey. Belki de şu an, size bir umut ışığı vermenin, bir çıkış yolu göstermenin tam zamanıdır.
Hayır, 2000 mezunları size değil. Siz kaybettiniz. Sizi, yılda 200 bin dolarlık komik maaş çeklerinizle baş başa bırakıyorum. Üstelik o maaş çekinin üstünde sizden birkaç yıl önce okulu terk etmiş birinin imzası olacağını söyleyerek.
Öğütlerim size değil daha alt sınıfta okuyanlara.
Size söylüyorum:
Hemen ayrılın.
Daha güçlü söyleyemem:
Ayrılın...
Hemen toplayın eşyalarınızı ve fikirlerinizi ve bir daha geri dönmeyin. Terk edin. Her şeye yeniden başlayın.
Size söyleyebileceğim tek şey, o başınızdaki kepler ve kıyafetin sizi aynen şu güvenlik görevlilerinin beni kürsüden aşağı çektiği gibi aşağı çektiği..."
Ve şimdi sunu aklınıza koyun:
Bundan beş yıl sonra, on yıl sonra, hatta otuz yıl sonra, solunuzdaki kişi hiçbir şeyi başaramamış olacak. Sağınızdaki kişi de aslında hiçbir şey başaramamış olacak.
Ve siz, ortadaki? Ne bekliyorsunuz?
Siz de başaramayacaksınız. Başaramayacaksınız.
Aslında bugün söyle bir etrafıma baktığımda parlak gelecek için yüzlerce umut ışığı göremiyorum. Yüzlerce değişik endüstride liderliği ele alacak kişiler de göremiyorum. Görebildiğim tek şey, geleceği başarısızlıktan başka bir şey olmayacak yüzlerce insan. O kadar.
Sinirlendiniz. Bu anlaşılabilir bir şey.
Ben, Lawrence -Larry- Ellison üniversite terk, kim oluyorum ve bu yetkiyi nerden alıyorum ki, ülkenin en prestijli yükseköğrenim kurumunun bu yılki mezunlarına böyle şeyler söyleyebiliyorum?
Bu yetkiyi nereden aldığımı söyleyeyim:
Çünkü ben, Lawrence -Larry- Ellison, üniversite terk ve dünyanın en zengin ikinci adamıyım. Siz değilsiniz.
Çünkü Bill Gates, o da üniversite terk ve dünyanın -şimdilik- en zengin adamı.
Siz değilsiniz.
Çünkü Paul Allan, o da üniversite terk ve dünyanın en zengin üçüncü adamı. Siz değilsiniz.
Başka örnekler de var. Mesela Michael Dell, o listede 9 numara ve yukarı doğru hızla tırmanıyor, o da üniversite terk. Ve siz o listede hala yoksunuz.
Himmm... Şimdi çok kızdınız. Bu da anlaşılabilir. O halde biraz da egolarınızı okşamama izin verin.
Pek çoğunuz burada dört ya da beş yıl eğitim gördünüz. Önünüzdeki yıllar için epey iyi bir eğitim aldınız, bilmeniz gereken pek çok şeyi öğrendiniz. İyi çalışma alışkanlıkları edindiniz. Burada size o önünüzdeki yıllar boyunca yardımcı olacak bir sürü insan tanıdınız, onlarla bağlantı kurdunuz. Ve hayat boyunca yanınızdan ayrılmayacak bir kelimeyle güçlü bir ilişkiniz oldu burada: Terapi.
Bunların hepsi güzel şeyler.
Ama gerçekte, o kurduğunuz arkadaşlık başlantılarına fena halde ihtiyacınız olacak. O çalışma alışkanlığına ve terapi ye de ihtiyaç duyacaksınız hayat boyu. İhtiyacınız olacak, çünkü üniversiteyi terk etmediniz. Dolayısıyla asla dünyanın en zengin insanlarının arasına katılamayacaksınız. Elbette, belki de listeye 10 ya da 11. sıradan, Microsoft yöneticisi Steve Ballmer gibi, girebilirsiniz. Ama herhalde onun kimin için çalıştığını söylememe gerek yok, değil mi? Sadece kayda geçsin diye söylüyorum, o da zaten master sınıfından terk. Biraz geç kalmış anlayacağınız.
Son olarak, herhalde bazılarınız ya da umarım bu konuşmadan sonra çoğunuz kendi kendinize soruyorsunuz:
"Yapabileceğim bir şey var mi? Bir umudum var mı?"
Maalesef hayır. Çok geç kaldınız. İçinize çok şey dolduruldu, siz onlara bakıp çok şey bildiğinizi sanıyorsunuz. Artık 19 yaşında değilsiniz.
Eveeet, şimdi gerçekten çok kızdınız. Bu anlaşılabilir bir şey. Belki de şu an, size bir umut ışığı vermenin, bir çıkış yolu göstermenin tam zamanıdır.
Hayır, 2000 mezunları size değil. Siz kaybettiniz. Sizi, yılda 200 bin dolarlık komik maaş çeklerinizle baş başa bırakıyorum. Üstelik o maaş çekinin üstünde sizden birkaç yıl önce okulu terk etmiş birinin imzası olacağını söyleyerek.
Öğütlerim size değil daha alt sınıfta okuyanlara.
Size söylüyorum:
Hemen ayrılın.
Daha güçlü söyleyemem:
Ayrılın...
Hemen toplayın eşyalarınızı ve fikirlerinizi ve bir daha geri dönmeyin. Terk edin. Her şeye yeniden başlayın.
Size söyleyebileceğim tek şey, o başınızdaki kepler ve kıyafetin sizi aynen şu güvenlik görevlilerinin beni kürsüden aşağı çektiği gibi aşağı çektiği..."
Bu konuşmanın ana fikrini yanlış özümseyip, haydi hepimiz okullardan ayrılalım, eğitim-öğretim’de neymiş diyerek gaza gelecek arkadaşlar fazla heyecana kapılmasınlar. Burada asıl anlatılmak istenen, mevcut düzen içerisinde eğitim veren okulların, öğrencinin kendisinden uzaklaşmasını sağlaması ve bunun sonucunda diploması süslü birer robota döndürülme sürecine verilen tepkidir.
Evrim sürecini yukarıdaki resimde görüldüğü gibi şekillendiren güç odaklarının yapmaya çalıştıkları, sorgulamayan, hayatını sürdürme gayesiyle benliğinden uzaklaşan insan toplulukları yaratmak ve bu amaçla istekleri doğrultusunda onları kullanmaktır.
Düşünün; bir veya iki kuşak önce kaç kişi evsahibiydi? Şimdi çevrenizdeki kaç kişinin kendine ait evi var?
Aldığınız maaşla kaç yılda ev alabilirsiniz?
Peki, ne için çalışıyorsunuz?
Ay sonunda kredi kartı ekstrenize baktığınızda ne görüyorsunuz? Sadece kendinizi mutlu etmek için aldığınız garip tüketim mallarına harcadığınız paraların borç vadeleri haricinde, kalıcı olarak elinizde kalan uzun vadeli bir değeriniz var mı?
Bütün bu soruların cevapları çoğu insan için aynıdır ve bu cevaplar çok da içaçıcı değildir.
Kısır döngüden kurtulabilmenin tek yolu kendini geliştirmek ve yeteneklerinin farkına varmaktır.
Belki çok iyi bir yazarsın. Belki de harika gitar çalıyorsun.
Kim bilebilir?
Hiç denedin mi?
Unutmaki; yeteneklerinin değerini bilmeyenler, başkalarının ona verdiği değere göre yaşamaya mahkumdurlar.
Yetenekleri açığa çıkaracak vakit YOK...
YanıtlaSil