Süper Lig için geri sayımda sona yaklaşırken büyük takımlarımız, zamanında daralmasıyla birlikte oyuncu transferlerine iyice hız verdiler. Son bombayı Guti ile Beşiktaş patlatırken, Fenerbahçe ve Galatasaray daha suskun bir görüntü çiziyorlar.
Beşiktaş, kağıt üzerinde oldukça iyi durumda gözükse de geçen senenin Galatasaray'ının yaşadığı düş kırıklığını da unutmak mümkün değil.
Her transfer döneminde milyonlar harcamayı kendisine ilke edinmiş Fenerbahçe ise şaşırtıcı bir biçimde Aykut'un etkilerini hissettirmekte ve akıllı transferler yapmakta. Bu transferlerin sonuçlarının uzun vadede ortaya çıkacağı düşünülürse taraftarların sabırlı olmaları gerektiği açık. Her sene sistemsiz, mantıksız ve alelacele kurulan takımlar için sabırlı olması gerektiği söylenen taraftarın da bunca zaman sonra ne kadar sabırlı olabileceği de ayrı bir tartışma konusu.
Bunların haricinde
Bucaspor'un kendisini bir üst lige çıkaran bütün takımını dağıtması, Bursaspor'un sakat Insua’yı transfer etmesi gibi haberler, futbol geyik muhabbetlerini şenlendirmeye devam ediyor.
Gelen geliyor da, bize ne katıyor?
Türk futbolundaki en önemli problem, yapılan yabancı transferlerinin çoğunun yetersiz veya verimsiz olması. Gelen yabancı ne kadar iyi ve kariyerli olursa olsun Türkiye'de 2-3 ay sonra kafasını kaldıramayacak hale geliyor. Premier Lig'de arap atı gibi koşan adamlar, buraya gelince sütçü beygirine dönüşüyor. Görecelik kuramı gereği bunca kötünün içerisinde biraz koşan adam gördüğümüzde de omuzlarımızda taşıyıp uğruna şarkılar yazıyoruz. Ernst için dünyanın en iyi orta sahalarından biri diyenlerle bile karşılaşabiliyoruz.
Türkiye için alışılagelmiş bu düşük performansın sadece futbolcularla alakalı olduğunu düşünmek ise kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu futbolcuları bu kadar verimsizleştiren etkenlerin ne olduğunun bulunması ve buna göre gerekli aksiyonların alınmasının şart olduğu gözüküyor.
Biraz beyin fırtınası yaparak bu etkenlerin üzerinde durmaya çalışalım.
Öncelikle, bir insana gereğinden fazla değer verme, yani dünyada bilinen adıyla "overrating", o kişinin performansını arttırmaktan ziyade uzun vadede psikolojik çöküşlere neden olur. Hatırlıyorum, büyük takımlardan biri bir futbolcu almıştı. Adamcağız o günleri anlatırken, havaalanında kendisini karşılayan binlerce insanı görünce şoka girdiğini ve "Acaba Pele'mi geldi?" diye arkasına baktığını söylemişti.
Gelen futbolcu bile kendisini o derece değerli görmezken bizim,
Almanya 2.liginden gelen adamları ilah yapmamız sorunun başlangıcını oluşturuyor.
Bu ilgiye alışmamış olan futbolcu, mental olarak hazır olmadığı için kendisini bir anda en tepelerde bulup, ilk maçındaki hatalı hareketinde tirübünlerden gelen ve sonrasında sıkça duyarak anlamını öğreneceği anasıyla alakalı vecizeleri duyunca bir anda yere çakılıyor. Hele bir de maç kaybettikten sonra sokağa bile çıkamıyor olması gerçeği de olaya noktayı koyuyor.
Mental seviyedeki bu değişiklikler, beraberinde motivasyon sorunu ve stresi getiriyor.
Futbolcuyu dibe vurdurmaktaki bir sonraki adım ise profesyonel yaklaşımın olmaması.
Avrupa'da oynayan futbolcu belirli bir sistemin içinde olmaya alışıktır. Maaş ödemelerinden tutun da, antrenman stiline, sahadaki oyun planından, yediği içtiğine kadar hesaplanan bir sistemin içinden gelip de Türkiye'deki "hadi koçum", "yürü koçum" sistemine ayak uydurmakta zorlanması son derece doğaldır.
Soyunma odasına başkanın indiği, amigoların racon kestiği, taraftarın taktik verdiği, bara giden futbolcunun hain muamelesi gördüğü canım ülkemde, yabancı futbolcunun performansının nasıl yükseltileceğini bırakın, aynı seviyede tutulması bile bir mucizedir.
Türkiye'de oynanan futbol, özellikle kaliteli yabancılar için, oldukça zorlayıcı bir ortam oluşturuyor.
İtalya liginde oynayan yumuşak stilli oyuncuların, bacakları ellerinde evlerine dönmeleri gibi, bizim ligimizde de 2. hafta aşil tendonu yırtıkları veya tarak kemiği kırıklarıyla karşılaşan top cambazlarının çoğu, artık anca evlerinde top sektirebiliyor.
Bütün bunların sonucunda ise, yuhalanan yıldızlar, parası ödenmeyen futbolcular, Avrupa’da başarısızlık, sistemsizlik ve havaya saçılan paralardan oluşan kabus bir tablo ortaya çıkıyor.
Bu kabustan kurtulabilmemiz için öncelikle uyanmamız gerekiyor.
Gereksiz yabancılara verilen milyonların alt yapılara aktarılması, genç futbolcuların yetiştirilmesi için gerekli sistemin oturtulması, 1 milyona 14 adet Guiza alınabilecekken, 14 milyona 1 adet Guiza alınmaması, yani akıllı transfer politikalarının uygulanması ile uyanmaya başlanılmalı.
Büyük takımların ön ayak olacağı altyapı yatırımları Türk futbolunun önünü açabilecek tek çözümdür.
Ya bu uykudan uyanırız ya da karabasanlarla dolu sezonlarda yaşayıp, Şampiyonlar Ligi Kupasını veya Dünya Kupasını anca rüyalarımızda görürüz.
SK