Türk insanının gönlüne girmek kolay fakat, çıkması çok
daha kolaydır. Özellikle, futbol seyircisinin bugün söylediği, yarınkini kolay
kolay tutmaz. Bir gün omuzlara aldığı futbolcuyu ertesi gün teneke bağlayıp
uğurladığı çok görülmüştür.
Bunun en uç örneğini Fenerbahçe’nin şampiyon olduğunu
zannettiği fakat, sonrasında Bursa’nın şampiyon olduğu sene gördük. Taraftar,
omuzlarına aldığı Luganoyu, şampiyonluğu kaçırdıklarını öğrendikleri anda yere
atmıştı.
Trajikomik ve aslında Türk futbolunun neden
ilerleyemediğini çok açık bir şekilde gösteren bir olaydı.
Bütün sezon boyunca o şampiyonluk için elinden geleni
yapmış, tekmeye kafa koymuş fakat son dakikada şampiyonluğu kaçırmış o
futbolcuyu, bu şekilde kaçan bir şampiyonluktan sonra bile omuzlarda taşımaya
devam etmeyenler, sadece başarıya endeksli, skordan başka birşey düşünmeyen bir
yapının ortaya çıkmasının baş mimarlarından olacaklarını doğal olarak hesap
edemezler.
Tarih boyunca bu şekilde örnekleri saymakla
bitmeyecek, senelerden beri sadece skor taraftarlığı yapan çoğu insana, kulüp
taraftarlığının ne demek olduğunu hatırlatmaya çalışan bir adam 2004 yılında
Türkiye’ye geldi.
Alexsandro de Souza isimli bu koşmayan (!) 10 numara,
ilk geldiği sene 44 maçta 29 gol ve 20 asist ile birde koşsa ne olacak
dedirterek bütün dengeleri alt üst etti ve Fenerbahçeyi şampiyonluğa taşıyan
isim oldu.
Asist kralı olarak geri bıraktığı ilk sezonunun
sonunda, arkasında “koşmuyor, koşmuyor” diye inleyen bir sürü futbol dehasının
(!) leşini bırakan bu sessiz adam, 2005-2006 sezonunda 43 maçta 20 gol ve 27
asist ile özellikle asist performansını zirveye çıkarıp tekrar asist kralı
olurken, artık sadece Fenerbahçenin değil, taraflı tarafsız herkesin saygısını
kazanıyordu. Türkiye’de Yılın Futbolcu ödülüne layık görülen Alex, belkide Türk
futbolunun bir dönemine damga vuracağından habersiz ödül töreninde poz
veriyordu.
2006-2007 sezonunda ise 47 maçta 20 gol ve 21 asist
ile başarılarını arttırarak devam eden ve Fenerbahçe’nin 100. Yılında şampiyon
olan Alex, Türkiye Liginde de Fenerbahçenin ilk yabancı gol kralı olarak
tamamladığı bu sezonla birlikte taraftarın gönlündeki yerini
sağlamlaştırıyordu. Bir rivayete göre derlerki; eğer uslu bir çocuk olursan
uzaktan belli belirsiz gelen “koşmuyor, koşmuyor” sesini duyabilirsin.
2007-2008 sezonunuda alışılageldiği gibi asist kralı
olarak bitiren Alex, Fenerbahçe kaptanı olarak Şampiyonlar Liginde çeyrek final
oynama başarısını gösteriyor ve bunu da gene aynı ligde asist kralı olarak
taçlandırıyordu. Onun adı artık bütün Fenerbahçeliler için KrAlex’di.
2009-2010 sezonunda ise Fenerbahçe’nin Avrupra
Kupaları tarihinde, en çok oynayan ve en çok gol atan futbolcusu olan Alex’in
bu istatistiklerine, kendisi oynadıkça kıskançlıklarından çiftetelli oynayan
çoğu futbol yorumcusuna attığı goller dahil değildir.
2010'da ise Fenerbahçe'nin tarihinde en çok forma
giyen yabancı futbolcu özelliğini kazanmış olan futbolcunun, akıl sağlığını
hala koruyabildiği için Türk Tabibler Odasından ayrıca bir ödül aldığı da
kulislerde konuşulmaktadır.
2010’da Fenerbahçe’de lig tarihinde 100 gol barajını
geçen ilk yabancı futbolcu ünvanını alan ve tek takımda bu başarıyı yakalayan
ilk yabancı futbolcu olarak Türkiye 100’ler kulübüne giren Alex, Fenerbahçe’nin
lig tarihinde 3000. golünü de attı. Ayrıca, 2010-2011 sezonunda Süper Lig ve
Fenerbahçe tarihinde 4.kez asist kralı olan ilk ve tek yabancı futbolcu oldu.
Bu sezon aynı zamanda gol kralı da olması sadece ufak bir ayrıntı olarak
hafızalarda yer etti.
Böyle bir kariyerin sonucu olarak ister istemez
diğer kulüplerin sembol isimleriyle karşılaştırılan Alex, sayısal olarak açık
ara farklı Türkiye’ye gelmiş geçmiş en fayda sağlayan yabancı futbolcu olarak
anılmaya başlandı.
“Bir Alex Değil” deyişinin neredeyse TDK’nın
deyimler sözlüğüne girmesini sağlayan ve kendisinden sonra gelen bütün
yabancıların kim olursa olsun gölgesinde kaldığı Alex, Fenerbahçe kariyerini
344 maçta attığı 172 gol ve yaptığı 139 asistle sonlandırmak zorunda bırakıldı.
Bu gibi örnekler tarihimiz boyunca pek çok alanda
karşımıza çıkar. Sultan Dördüncü Murad,
daha 17. yüzyılda planör yapıp uçmayı başaran Hezârfen Ahmed Çelebi’yi ve ilk “roket adam” Lagâri Hasan Çelebi’yi Cezayir’e
sürgüne gönderirken, arkalarından tarihte güç sahibi olan çoğu insanın
kendinden güçlü olabileceğine inandığı insanlara karşı hissettiklerini anlatan
bu tarihi sözleri sarfediyordu.
“Bu adam her istediğini yapabilir. Böylelerini uzaklaştırmak gerek.”
Tarihin bize gösterdiği başka bir gerçek ise, güç
odakları ne yaparlarsa yapsınlar, halkın gerçek anlamda sevdiklerinin yüzyıllar
sonra bile gereken saygıyı görmesi, zamanı geçen zorbaların ise tarihin tozlu
sayfalarında kalmaya mahkum olmasıdır. Aynı Hazerfan ve Hasan Çelebilerin şu
anda gereken saygıyı görüyor olması gibi.
Neyseki Alex bu kadar beklemedi ve Yoğurtçu
parkına heykeli dikilerek taraftar tarafından ölümsüzleştirildi.
Özellikle son dönemlerinde yaşı, saha dışı
davranışları, teknik direktörüyle arasında oluşan kocaman yanlışlar ve
yönetimin yıldırım çıkışları sebebiyle pek çok eleştiri alan Alex’in bu
psikoloji altında yaptığı bazı yanlışlar da gidişine bahane oldu.
Alex, özellikle 35 yaş altı jenerasyonun aklı başında seyrettiği
tek efsaneydi. O yüzden Lefter ile olan buluşması taraftarının iki sevgilisinin
randevusu olarak seyredildi. Türk futbolu çok futbolcunun gidişini gördü ama yakın
zamanda bir efsaneyi hiç giderken görmemişti. Belkide bu yüzden tarihte ilk
defa, deyim yerindeyse “kovulan” bir futbolcunun evinin önüne binlerce taraftar
akın edip destek oldu.
Taraftar uzun yıllar sonra ilk defa bir futbolcuya
gerçekten sevdayla bağlanmıştı. Bu sevgilerini de havalimanında sevgililerini
havai fişeklerle uğurlayarak gösterdiler.
Sevgili Lefter'lerini yakın zamanda ebediyete uğurlayan Fenerbahçe taraftarı, bir diğer sevgililerini ise gurbete yolladılar. O'nu gönderirken ağlasalar da yüzlerinde kocaman bir gülümseme ve yüreklerinde kocaman bir teşekkürle sevdalarına sahip çıktılar.
Ne de olsa ayrılık da sevdaya dahildi, ayrılanlar ise
hala sevgili...
Güle Güle Alex.